Dağlar şehirlerin dibinde olanca heybetiyle yükselir. Bazen tasalanır insan, puslu dağlara bakarken bulur kendini. Hep bir keder savurur attığı bakışları. Bazen adımları dağlarda büyür, dağların insana iyi gelen bir yönü vardır. Toprağında nice ağaçlar, çiçekler açar. Kuşlar, böcekler uçar. İnsanlar konar, göçer. Dağcılık kulüplerinin yolu da hep bu güzelliklerden geçer. Biz de bulunduğumuz coğrafyadaki dağları tepeleri aştık yıllarca. Kimi yerden belki defalarca geçtik. Kar üstünde yürüdük kimi zaman. Kimi zaman neşelenmiş toprağın yüzünde… Hani bir şiirde geçer. Sabahattin Ali der ki:
Başım dağ saçlarım kardır,
Deli rüzgârlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.
Tıpkı bu şiirdeki gibi biz dağları mesken edindik. Ovaların dar geldiği grubumuzun yolu Aksaray’daki Hasan Dağı’na düştü. Yarım günümüzü yola verdik. Deniz seviyesinden yükseldik. Yükselti ile doğru orantılı değişen bitki örtüsünü, insan silüetlerini seyrede seyrede bir yolculuk yaptık. Dümdüz ovalardan, bozkırlardan geçtik. Aksaray’a vardığımızda sislerin ardında kendini gizlemiş Hasan Dağı’na nihayet ulaşmıştık. Yaklaşık bir yarım gün sonra da gece yürüyüşe başlayacaktık. Kamp alanına yerleştik. Uzaktan Aksaray’ı izledik. Volkanizmanın bir zamanlar yoğun olduğu bu coğrafyada volkanizma ile şekillenen dağın eteğinde geldiğimiz yere göre soğuk bir havada biraz zaman geçirdik. Soğuk o kadar insanın içine işliyordu ki hava karardıktan kısa bir süre sonra inzivaya çekilmiştik. Ne de olsa zorlu bir tırmanış bizi bekliyordu. Bir gayretle uyuyup uyandıktan sonra en büyük gayreti Hasan Dağı’na ayırdığımız yolculuğumuza başladık. Saat 03:30 gibi adımlarımız fenerlerin ışığında yürüyordu. Bir süre toprağa basan ayaklarımızın altında karlar da büyümeye başlamıştı. Hava aydınlanmaya başladığında artık kar örtüsü zirveye kadar bize eşlik edecekti. Yokuş da haliyle artmakta, bizi fiziksel zorluğun yanında psikolojik zorluk da beklemekteydi. Hava soğuktu ama yürüyüş esnasında hiç hissedilmez bu soğuklar. Ara ara soluklanma için verdiğimiz molalarla birlikte yükselmeye devam ediyorduk. Bir ara dönmek istediğimi hatırlıyorum. Arkadaşların desteğiyle bu dönme isteğimi biraz olsun bastırmaya başlamıştım. Ta ki kamp alanı sisler içinde kaybolana kadar. Eğim gittikçe artıyor, adımlar yürümekten çok açılan kar boşluklarında merdiven basamaklarını aşar gibi yukarı çıkıyordu. Nihayet sislerin içinde kalan Hasan Dağı’nın 3256m rakımlı zirvesine geldik sesleri duyuluyordu. Artık tırmanış bitmişti. Görüş mesafesi düşük olduğu için birkaç adım sonrasında zirvede dalgalanan al bayrağımızı görmüştük. Herkesin yüzünden okunuyordu zorlu bu yürüyüşten sonra zirveye erişebilmenin mutluluğu. Dağcıların mutluluğu da işte böyle zirvelerdir. Onlar için en güzel şey anı heybesinde heybetli bir dağın gölgesini taşımaktır. Sis izin verseydi krateri görecek ve dar gelen ovaları tepeden izleyecektik. Kış faaliyeti olduğu için değişken hava şartında nasibimize sisten başka bir şey düşmedi. Durdukça hissedilen soğuğu yenmek için tekrardan harekete geçtik ve çıktığımız yerden inmenin pek mümkün olmadığı kanaatini getirerek farklı bir rotadan inmek için yola koyulduk. Kah karlara bata çıka, kah yorgunluğu dizlerde hissede hissede meşakkatli bir inişe başladık. Biz çıkarken daha yükseklerdeki pus daha aşağılara doğru çekilmiş, sislerin ardında kalan kamp alanını az bir mesafe kala görmeye başlamıştık. Başladığımız yere vardığımızda 12 saat gibi süren faaliyetin sonuna gelmiştik.