28 ocak pazar günü Çavdar yaylası etkinlik zor olduğunu bilerek hem mental hem fiziksel olarak hazır olduğumu düşünerek sabahın 07 sinde yola çıktık.
27 kişilik grupta daha önce parkuru deneyimlemiş olanlar gözümü korkutmadı değil. Ama daha önce başka zorlu parkurlarda yürüdüğüm için çok da önemsemedim sanırım.Grup dinamik, son derece güçlü hem de deneyimli görünüyordu. Benim gibi bu coğrafyayı yeni adımlayan ama genç yeni katılımcılarda vardı. Ben kendi adıma hem heyecanlı, hem tedirgin birazda ürkek davranıyordum. Çünkü doğanın bize ne gibi sürprizler getireceğini bilmiyor ve bilmediğim bir coğrafyada güçlü adımlayabileceğimden şüpheliydim sanırım.
Salihli Çelikli mevkisine çok da uzun sürmedi varmamız. Rehberimiz aynı zamanda kulüp başkanımız Sefa bey liderliğinde 7. 30 da 740 metre rakımla rotaya başladık. Daha öncede rehberimizin uyarıları doğrultusunda hareket etmeye gayret ediyorduk. 4 kmlik mesafeyi 1000 metreye yakın irtifa yapacağımızı arada hiç düzlük zemin olmadığı için ritmimizi ona göre ayarlamamız gerektiği uyarılarını dinlemeye çalıştık. Daha sabah gün aymadan sisli, soğuk, sert ayazla beraber son derece dik ve hiç bitmeyecek hissi veren tırmanış saatler sürdü. Uzun süredir bu kadar üşüdüğümü ve bacaklarım ile beynimin birbirleriyle inatlaştığını çok az yaşadım.
Bizim amacımız doğayla değil kendimiz ile mücadele etmek tabii. Ve kendimiz ile mücadeleyi 1550 metre rakıma Çavdar yaylasına çıktığımızda kazandığımı bile idrak edemedim ilk önce. Beni kendime getiren Semra hanımın tarhana çorbası oldu. Hayat iksiri ne diye sorsalar orada bana, hiç şüphesiz ki dağın başında içilmesi koşuluyla sıcacık mis gibi kokan bu çorbayı tarif ederdim. Çaylar, çorbalar, kahveler içildikten sonra insana hiçlik hissi veren büyüleyici manzarayı yeni farketmiştim. Buraya kadar çektiğimiz tün zorlukların izi hızlıca geçip yerine yüzlerimize gülümseme, mutluluk bakışlarımıza hayranlık ifadeleri gelmişti. Şimdi artık keyif alma zamanıydı. Heybetli dağları seyrederek şelale ve coşkulu akan gümüş çayı sesleriyle yan geçişler yaparak ilerliyorduk. Manisa şehzadelerinin bir zamanlar sıcak yaz aylarında hem serinlemek için hem avcılık ve eğitimler için çıktığı bu yaylalara ulaşabilmek için yapıldığını bildiğimiz taş izlerinin halâ görebildiğimiz patikalardan ilerleyerek gümüşçayının üzerindeki eski taş köprüye ulaştık.
Dağın sırtlarından ilerlerken günün en güzel sürprizi Yılkı atları ile karşılaşmak oldu. Aslında baştaki bendeki hiçlik hissi yerine doğada tek olmadığımızı, tek sahibi insan olmadığını bir kez daha hatırlamış olduk.
Bundan sonraki aşama 2 kmlik sert inişlerle Karaağaç köyüne inmek oldu. Saat 16 da bitiş noktasına geldiğimizde 16 kmyi çoktan tamamlamıştık. Köyde bekleyen servis aracına bindiğimizde fiziksel olarak yorgun ama zihin olarak dinlenmiş olarak bölgeden ayrıldık
Vücudumuzda biriktirdiğimiz Şehrin şamatası, kargaşası işlerimizin yorgunluğu stresi bir haftalık da dağlarda doğada uçup gitti.
YAZAN:GÜLSEVEN TÜRKOĞLU